Edimlerin en güzeli koşmak gibi bir şey... Sen dahil, hepsini geçebilirmişsin gibi... Geçebilirmiş gibi... Kimileri için koşmak edimlerin en güzeli değil mi? Kaçış da bir meydan okuma, değil mi? Meydan okuma. Kibir. Kurum. Boy gösterme. Herkesin kendi adabınca aradığı, ortaya koyduğu ya da koyamadığı, sonucunu aldığı ya da alamadığı şişinme. Herkesin. Saklananların bile.
Kaçmak, denebilirse, sözcük boyu bir özgürlük tanır kişiye. Her ne ise o’ndan, korkusundan, korkunun kendisinden kişiye düşen boş alandır. Kaçmak, belki kimilerinin ölüme yakıştırdıkları gibi kendinde varlık, belki kişiden de ayrı bir kurtarıcı olarak, aynı kişinin rastlantısına denk gelir. Bir delik ama belki daha büyük... Güçtür kaçmak. Gelir, dokunur ve kişiyle kişiden götürür. Ama kişiyi amacına eriştirirse, bir yere vardırır ve onu orada bırakırsa... Bu nefis bencillik eylemi, kişiden bağımsız olduğu ölçüde, terk ediverirse kişiyi... Çekimi kısıtlı bir yüklemdir o, bir dilde bir ben kadar durur, fazla değil.
Z. başkalarınca kolaylıkla “savunma mekanizmaları” olarak adlandırılan işleyişlerini kendi denetlemek istiyor: Uyumadan önce, çıplak ve yavaşlatılmış halleri içinde...
Bir adam bir tepenin üstüne kurulmuş ve artık çalışmayan bir fabrikanın fotoğraflarını çekmiş, göstermişti. Yamacını çevreleyen engin düzlüğün orta yerinde, fotoğrafın çekildiği gün sert yeller alan bir tepe üstünde, camı çerçevesi, kapısı penceresi yıkık dökük, içinde esintiler uğuldayan bir maden kütlesi, bir dev. Kendi içine burulan ıssızlık. Engin çevresinin yankısı döneniyor içinde. Geçmişinin. Sadece geçmişinin.
Tekdüzelik. Tekdüzelikte sıra şaşırma... “Göksel ve orta malı bir simge...” Blanchot: Kimseden bir farkım yok: Bu tümce nasıl unutulur ki? Başkaları tarafından kolayca “savunma mekanizmaları” olarak adlandırılan işleyişler düpedüz bir bilinçtir. İşleyişlerinin çoğu korumaya yönelik ayarlanmış olsa da, görünse de, sümüklüböcek bile...
Her tekdüzelikte, son örünün rengini bir biçimde belli edecek ve düzen kurma saplantılıların kimisine göre çabuk, kimisine göre olması gerektiğinde gerçekleşecek bir aksama. Kurtarıcı olması umulan aksama. Düzen kurup düzenini çarçabuk elden kaçıran bir kişi için sürekliliği olanaksız kılan bir aksama. Sürekliliği olanaksız kıldığı ölçüde gerçek bilinen, hani neredeyse kutlu ve yanıt veren bir bilinç olarak değerlendirilen bir aksama. Çok zaman yitirildiğini duyumsatan bir aksama. Boşuna. Bir düzen kurup, bazen bir biçimde bir düzen içinde, bir düzenek içinde işlemeye başlayıp kesinkes tökezlemek... En fazla bir süreliğine sürdürülebilen bir tekdüzelik içinde, çabuk tökezlemekle bir yandan böbürlenmek bir yandan da bu işi ömürce sürdürebilenleri kıskanmak.
Z. dilek tutmayı sevmez. Gününün sonunda ne olmasını istediğini bilemiyor. Oysa dilek tutmak hiç olmazsa ne istediğini bilmektir.
Oysa düzeni ve belki de düzen bozumu imgeleyebilecek sonu belirlemek şu anda elinde. Ben artık yokum, dedi. Kendisi üstünde bunca ısrar edecek bir şey yoktu, kalmamıştı. Tekdüzeliğin kusursuzu olur mu? – O bile ancak elden geldiğince, rastlantının ya da adamın izin verdiğince...
Tekdüzelik, kuşkusuz, bir anlamda insanın belleğini yaşaması demektir. Peki, belleğin içinde şimdi düşüncesi nasıl var olur? Her zaman rastlantıya bir imdat çağrısıyla ama duyulur diye korkarak, sessiz. Bütün belleğin harekete yansıması, yansıtılmasıdır tekdüzelik, harekete egemen olması, sayılmasıdır. Belleğin küçük çapta olsun, büyük çapta olsun, kendiliğinden işleyişidir. Ama tekdüzeliğin de bir belleği vardır. Bu bellek kişiden çıkan, düşen nesnelere, neredeyse uzamlardan bağımsız olarak sıkı sıkıya bağlıdır. Bunların arkasında bir arka fon, buğulu ama varlığı yadsınamaz bir fotoğraf planı kurar. Tekdüzelik içinde kendi uzamına hapis, rastlantıdan elden geldiğince ya da zorunlu olarak korunaklı –ama ne kadar?–, iyi kötü bir yaşam süren kişi, ancak zaman zoruyla gezinir şimdiler arasında; öyle duyumsar – eskimenin önüne geçtiği söylenebilir mi?
Tekdüzelik ne de olsa donma değildir. Fotoğraflarını geride bırakır. Kimilerine göre, tek düzeci için, rastlantının işleyişe soktuğu her çomak kutludur. Ne var ki, yaşamın bir iç travma benzeri çıplak bir dışavuruma, kör bir kilide dönmesi olasılığı, tekdüzelik içinde bile olsa ilerleyen, gelişen, büyüyen bir kaygıyla, kopmadan, kopmanın çağrısından uzak tutar tek düzecinin benliğini. O aynı zamanda saat gibi işleyiştir. Kusursuzluğa elverdiğince yakınlığı onu dönme hareketinin, çemberin alanına sokar ve bengi bir burgaç örneği, kişiyi, zamanı ve uzamı yutup saatin çarkları arasında, düşüncenin üstüne salt şimdi’nin bindiği bir gezinti yaratır. Arınmadansa eklenmedir. Kişinin üstüne yapışan vurgu, ısrardır. Düşünceyi başka’ya da taşıyabilecek bir tür oyalanmadır. Göz önündeki kişiliğin üstünden, üstünden geçilmesidir –ama ardını da boş, özgür bırakır.
0 Yorumlar