Saul Bellow - Herzog


Taksi, sıcağın kavurduğu, tuğladan ve kahverengi kum taşından binaların yoğun olduğu sokaklardan geçerken Herzog’un elleri ön koltuğun arkasındaki çubuğu kavramış, iri gözleri New York manzaralarına sabitlenmişti. Dörtgen şeklindeki yapılar durgun değil aksine capcanlıydı; Herzog’a kaçınılmaz bir hareketlilik, hatta samimiyet hissi veriyorlardı. Her nasılsa kendini bunların tümünün -odaların, dükkanların, kilerlerin- bir parçası olarak hissediyor; aynı zamanda da bu katmerli heyecanların tehlikesini sezinliyordu. Ama iyi olacaktı. Sadece fazla heyecanlanmıştı. Fazlaca gerilmiş, kontrolden çıkmış sinirlerini yatıştırması, içindeki muğlak ateşi söndürmesi gerekiyordu. Atlantik’in özlemini çekiyordu -kumun, deniz havasının, soğuk suyun iyileştirici etkisinin özlemini. Denizde biraz yüzdükten sonra daha iyi düşüneceğini, düşüncelerinin netleşeceğini biliyordu. Annesi de yüzmenin iyi etkilerine inanırdı. Ama çok genç ölmüştü. Herzog ise kendi ölümüne henüz izin veremezdi. Çocuklarının ona ihtiyacı vardı. Yaşamak onun göreviydi. Aklı başında olmak, yaşamak ve çocuklarına bakmak. Şu anda aşırı bir heyecanla ve ağrıyan gözlerle şehirden kaçmasının nedeni de buydu. Bütün yüklerden, gündelik sorunlardan ve ayrıca da Ramona’dan uzaklaşıyordu. 
İnsan bazen kaçıp bir deliğe saklanmak istiyor, tıpkı bir hayvan gibi. Connecticuc, Rhode lsland ve Massachusetts’i geçerken ona mecburi dinlence sağlayacak olan tren dışında (trende giderken koşacak hâliniz yok ya) kendisini neyin beklediğini bilmemesine rağmen mantıklı bir şekilde akıl yürütüyordu. Deniz kıyısı deliler için iyidir, tabii aşın derecede deli olmamaları kaydıyla. Herzog bütünüyle hazırdı. En iyi giysileri ayağının altındaki çantanın içindeydi. Peki ya kırmızı beyaz şeritli hasır şapka? O da kafasındaydı. 
Ama birdenbire, taksinin koltuğu güneşte ısınırken, öfkeli ruhunun yine ileri atıldığını ve mektup yazmak üzere olduğunu fark etti. Sevgili Smithers, diye başladı. Geçen gün öğle yemeğinde -bende dehşet uyandıran o bürokratik öğle yemekleri; kaba etlerim adeta felç olur, kanım adrenalinle dolup taşar; hele kalbim! Doğru düzgün görünmeye çalışırım ama sıkıntıdan yüzüm ölü yüzüne döner, herkesin üstüne çorba ve sos dökme fantezileri kurarım ve çığlık atmak ya da bayılmak isterim -açılacak yeni dersler için konu önermemizi istediler ve ben de evlilik konusuna ne dersiniz dedim. Rahatlıkla “Kuş üzümü” veya “Bektaşi üzümü” de diyebilirdim. Smithers kendi kaderinden son derece memnun. Doğum tamamen şansa bağlı bir olay. Ne olacağını kim bilebilir ki? Ama onun kaderi Smithers olmaktı ve bu da büyük şanstı. Kendisi Thomas E. Dewey’e benzer. Ön dişlerinin arasında aynı onunki gibi bir açıklık, aynı muntazam bıyık. Bak, Smithers, yeni ders konusunda iyi bir fikrim var. Organizasyondan sorumlu olan sizler benim gibi adamlara güvenmek zorundasınız. Akşam sınıflarına gelen insanlar sadece görünürde kültür peşindeler. Onların en büyük ihtiyacı, açlığını çektikleri şey sağduyu, açıklık ve bir nebze de olsa hakikat. İnsanlar gün bitiminde eve götürecekleri gerçek bir şeyin yokluğundan ötürü ölüyorlar; bu bir metafor değil. En çılgınca saçmalığı bile kabul etmeye nasıl da hazır olduklarına baksana. Ah Smithers, bıyıklı kardeşim benim! Bu semirmiş ülkede ne kadar da büyük bir sorumluluk taşıyoruz! Amerika’nın dünyaya ne ifade edebileceğini bir düşün. Sonra da şu anda ne olduğuna bak. Nasıl bir nesil yetiştirebileceğini düşün. Ama bir de bize -kendine, bana- bak. Gazeteleri oku, tabii tahammül edebilirsen.
Ne ki taksi şimdi 30. Cadde’den geçmişti. Köşede Herzog’un bir yıl önce girdiği bir tütün dükkânı vardı, bir blok uzakta oturan kayınvalidesi Tennie’ye bir karton Virginia Rounds almak için girmişti oraya. Yukarı geldiğini söylemek için bir telefon kabinine girdiğini hatırladı. İçerisi karanlıktı ve desenli teneke kaplama yer yer kararmıştı.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar