Görmenin, dokunmanın ve küflü ıslak bitki kokusunun yerini tutan bu uzak vals ritmiyle başlayan baş dönmesi, bitkin düşüyorsun yatağa, yanaklarını elliyorsun, gözlerini, burnunu, bir görünmez el uzanmış, yirmi yedi yıldır taşıdığın kendi suratını çekip almış gibi bir korku; bu kauçuk ve mukavva çizgiler, bir çeyrek yüzyıl süresince örtmüşler senin gerçek yüzünü, daha önceki unutulmuş yüzünü. Onu yastıklara kapatıyorsun, rüzgâr alıp götürmesin diye, senin olan, kendin için saklamak istediğin çizgileri.
Yüzün yastıklara gömülü, gözlerin açık, bekliyorsun gelecek olanı, gelmesine engel olamayacağın şeyi. Artık saatine de bakmıyorsun, geçici insan ömrüne bağışlanmış olan zamanı yanlış olarak ölçen bu yararsız şeye, gerçek zamanı, hiçbir saatin ölçmeyeceği atak, ölümcül bir hızla koşan zamanı saptırmak için icat edilmiş olan, uzun saatleri esneyerek gösteren bu akreple yelkovana. Bir ömür, bir yüzyıl, bir elli yıl: Bu aldatıcı ölçüleri anlayamazsın artık, bu cisimsiz tozu ellerine almak olanağı yok artık.
Yüzünü yastıktan kaldırdığın zaman çevrende daha yoğun bir karanlık buluyorsun. Gece inmiş.
Gece inmiş, yüksek camların arkasında bulutlar koşuşuyor; yitip gitmemek, soluk, gülümser yüzünü göstermek için direnen ayı örtüyorlar. Ay bir an görünüyor; sonra kara bulutlar gene örtüyor onu. Hiç umudun yok artık. Artık saatine bakmıyorsun. Seni bu dar odadan uzaklaştıran basamakları çarçabuk iniyorsun, dağınık, eski kâğıtlar, soluk fotoğraflar geride, o odada kalıyorlar; koridora iniyor, sessiz geçen onca saatten sonra kendi değişmiş tarazlanmış sesini duyuyorsun:
“Aura...”
Bir daha:
“Aura...”
Odaya giriyorsun: Adak mumları sönmüş. Aklına geliyor yaşlı kadının bütün gün evde bulunmadığı ve tazelenmeyen kandillerin sönüp gitmiş olacağı. Karanlıkta yürüyorsun, yatağa doğru. Bir daha sesleniyorsun.
“Aura...”
Ve duyuyorsun, ipek örtünün hışırtısını, kendi soluğunun yanındaki öbür soluğu; elini uzatıyorsun Aura’nın yeşil giysisini tutmak için; Aura’nın sesini duyuyorsun:
“Hayır... Çek elini... Yanıma uzan...”
Yatağın kenarını buluyorsun, bacaklarını kaldırıp dümdüz yatıyorsun, kımıldamadan. Titremeden duramayacaksın:
“Her an gelebilir...”
“Artık gelmeyecek.”
“Hiç mi?”
“Ben tükendim. O çoktan tükendi. Hiçbir zaman üç günden fazla yanımda tutamadım onu.” “Aura...”
0 Yorumlar