İsmene’ye cevap veremiyorum, sözlerinin doğruluğunu ve kabul edilmesi imkânsız geleceğin ağırlığını fazlasıyla hissediyorum. Tekrar sözü alıyor:
“Hâlâ ümit eder gibi bir hâlin var Antigone, ama ikizlerin çılgınca inadından ne umuyorsun sahiden?” “Bilmiyorum İsmene, yollardayken nereye gittiğimi bilmiyordum, bütün geçmişi işgal eden ve bütün geleceği yutan Oidipus’u izliyordum. Geriye sadece şimdiki zaman kalıyordu, hâlâ da şimdiki zamanda yaşıyorum. İnsan şimdiki zamanda yaşayabilir ama tasarılar yapmaya vakti olmaz.”
İsmene aniden duygulanıyor, uzun dilencilik hayatımızın ve belirsizlik içinde geçen yılların nasıl bir şey olduğunu anlıyor. Bana kollarını açıyor, sonra bizi birleştiren duygular ve anılar halkasına K.’yı da alıyoruz. Uzunca bir an sebepsiz bir sevinç yaşıyoruz, sevinçten başka amacı olmayan bir sevinç. İsmene tam zamanında yanda kesiyor bunu, hep yaptığı gibi, bağırarak:
“Ama ben çok açım, çabuk yemeğe!” diyor. Yemeği beraber hazırlıyor ve bahçede neşe içinde yiyoruz. Ortalığı toplamaya hazırlandığım sırada K.’nın sesi yükseliyor, tıpkı bir mucize gibi beklenmedik sesi.
İnsan dinlerken bunun bir çocuk sesi mi, gencecik bir kız sesi mi yoksa ses telleriyle değil de aşk ağacının kökleriyle şarkı söyleyen bir erkek sesi mi olduğunu bilemiyor. Bu yabancı ses ezelden beri tanıdığım, anlaşıldığımı hissettiğim bir ses hâlbuki, anladığıma emin olduğum tek ses. Onun inanılmaz derecede yüksek titreşimlerinin üstünden, erişilmesi imkânsız kapılardan geçtiğini hissediyorum ruhumun. Kayarak, hâlâ sıcak olan toprağın üstüne bırakıyorum kendimi, İsmene de aynı şeyi yapıyor. Ellerimiz birleşiyor, birbirimizi sesin bize verdiği aşırı mutluluktan koruduğumuza memnunuz. Ses kapalı gözlerimizi aşıyor ve kulağın sihirli kanallarından geçerek alev rengi kası hızlanmakta olan kalbe doğru iniyor. Ciğerlerimizi Oidipus’un yokluğuna ve hatırasına, tutuşan göğün altında hazırlanmakta olan bütün ölümlere ve bütün doğumlara açıyoruz sonuna kadar. Ses giderek zayıflıyor, sarsılıyor ve bir öksürük nöbeti içinde kayboluyor. Endişeleniyorum, K.’yı rahatlatmak isterdim, ama İsmene gibi ben de içine daldığım, eşsiz bir mutluluk veren o sükûnet halini terk edemiyorum. Başımı İsmene’ye çeviriyorum, kız kardeşim ne kadar güzel, vücudunda sesin barındırdığı ve hâlâ gökyüzünde olan ihtişamın aksini görür gibi oluyorum.
“Nasıl da ışıldıyorsun,” diyorum ona.
“Sen de,” diye cevap veriyor, “içimize müzik girdi.”
K. bir ağacın dibinde oturmuş, öksürüyor. Bitkin ve çok solgun görünüyor. Onu ayağa kaldırıp eve götürüyoruz. İsmene ona şöyle diyor:
“İhtiyatsızlık ettin. Bize verdiğin mutluluk çok büyük, ama çok uzun süre şarkı söyledin.”
Öksürük nöbetleri arasında, ince ve pırıl pırıl bir tebessüm geziniyor K.’nın dudaklarında. Mırıldanıyor: “Mutluluğun zamanı durdurulabilir mi, ölçülebilir mi?”
0 Yorumlar